Bunu Evde Denemeyin - Kınalı Volkan

Bunu Evde Denemeyin - Kınalı Volkan

Bunu Evde Denemeyin - Roket Volkan

Bunu Evde Denemeyin - Roket Volkan

Bunu Evde Denemeyin - Şahmaran

Bunu Evde Denemeyin - Şahmaran

Bunu Evde Denemeyin - Jean Claude Volkan

Bunu Evde Denemeyin - Jean Claude Volkan

Bunu Evde Denemeyin - Koş Volki Koş

Bunu Evde Denemeyin - Koş Volki Koş

Bunu Evde Denemeyin - Hatır Tavuğu

Bunu Evde Denemeyin - Hatır Tavuğu

Bunu Evde Denemeyin - İt Dalaşı

Bunu Evde Denemeyin - İt Dalaşı

Bunu Evde Denemeyin - Çaylak

Bunu Evde Denemeyin - Çaylak

Bunu Evde Denemeyin - Acıların Çocuğu

Bunu Evde Denemeyin : Acıların Çocuğu

Turkcell Ev Tarifesi Reklamı

Turkcell Ev Tarifesi Reklamı

Berdan Mardini - Hazır Mısın Klibi

Berdan Mardini - Hazır Mısın Klibi

İlknur Tekin - Körebe video klibi

İlknur Tekin - Körebe

Kehribar (Amber)

Kehribar (Amber)
Amber veya Kehribar, oğma ve sürtme sonucu hafif cisimleri çekmek özelliğini kazanan hemen hemen şeffaf, rengi açık sarıdan yakut kırmızısına kadar değişen kolay kırılabilir, fosilleşmiş veya yarı fosilleşmiş bir reçine. Sıklıkla çeşitli küçük hayvanlar, örneğin böcekler, reçinenin içinde kalmış ve reçineyle birlikte fosilleşmiş olarak bulunur. Yarı fosilleşmiş reçine ve ya kısmi olarak fosilleşmiş ambere kopal denir.

Eskiden tıpta şöhrete ve epeyce kullanım alanaına sahip olan amber bugün bu amaçla kullanılmaz. Geçmişte saflaştırılmış amber yağı isteri ve boğmacada kullanılmıştır. Aynı zamanda ilkçağdan bu yana güzel koku imalatında da kullanılmıştır. Amber, Anadoluda da yaygın olarak kullanılmaktadır. Günümüzde amber hocalık, büyücülük, falcılık vb. gibi işlerde kulanılmaktadır. Amber mürekkep imalatında da kullanılmaktadır. Kehribar olarak da bilinmekte ve takı yapımında sıklıkla kullanılmaktadır.Osmanlı zamanında ise tesbih yapımında kullanılmaktaydı.

Alex de Souza


Alex de Souza

Alessandro De Souza (d.14 Eylül 1977, Curitiba) Brezilyalı futbolcu.

Çocukluğu Kolombo şehrinde anneannesinin yanında geçen genç futbolcu profesyonel futbol hayatına erken atıldığı için liseyi son sınıftan terk etmek zorunda kalmıştır. 1997 yılında tanıştığı Daiane ile 9 Mart 2000 tarihinde evlenmiştir.25 Nisan 2004'te çocukları olan Mario Eduardo dünyaya gelmiştir.

Alex 20 Haziran 2004 tarihinde Brezilya'nın Cruzeiro Esporte Clube takımından Fenerbahçe ile 3 yıllık sözleşme yapılarak transfer edildi. Temmuz 2004'de Copa América'yı kazanan Brezilya Millî Futbol Takımı'nın kaptanlığını yaptı. 2006-2007 sezonunda Türkiye Süper Ligi'ni 19 golle tamamlayarak, Fenerbahçe tarihinde gol kralı olan ilk yabancı futbolcu olma (TSL'de 3.) onuruna erişmiştir. 66 kez Brezilya A Millî Takımı'nda oynadıktan sonra 2004'de Fenerbahçe takımına gelmesinin ardından ulusal takıma 2 kez daha çağrılmıştır. Fenerbahçe'nin 2007 sezonunda kaptanlığını üstlenmiştir.

* 2008 - Şampiyonlar Ligi asist Krallğı (Fenerbahçe)
* 2007 - TFF Süper Kupası
* 2007 - TFF Süper Lig Kupası (Fenerbahçe)
* 2006 - 2007 Türkiye Süper Ligi Gol Krallığı (Alex'den önce Fenerbahçe takımındaki hiçbir yabancı oyuncu gol kralı olmamıştır.)
* 2005 – Türkiye Süper Lig Şampiyonluğu (Fenerbahçe)
* 2004 – Copa America (Brezilya Milli Takımı)
* 2004 - Minas Şampiyonluğu (Cruzeiro)
* 2003 – Brezilya Şampiyonluğu (Cruzeiro)
* 2003 - Brezilya Kupası (Cruzeiro)
* 2003 – Minas Şampiyonluğu (Cruzeiro)
* 2002 - Dünya Kupası Şampiyonluğu (Brezilya)
* 2000 – Rio-São Paulo Turnuvası (Palmeiras)
* 2000 - Olimpiyat Öncesi (Milli Takım)
* 1999 - Copa America (Brezilya Milli Takımı)
* 1999 – Libertadores Şampiyonluğu (Palmeiras)
* 1998 – Mercosul Ülkeleri Kupası (Palmeiras)
* 1998 - Brezilya Kupası (Palmeiras)
* 1996 – Toulon Turnuvası (Brezilya Milli Takımı)
* 2003 - Brezilya ligi Altın top
* 1999 - Dünya'nın en iyi 3.forveti
* 1998 - Güney Amerika'nın en iyi ortasaha oyuncusu
* 1994 - Gençler Parana Şampiyonluğu en iyi oyuncu

Ametist

Ametist

Ametist (Eski Yunanca: ἀμέθυστος / amethystos, = ἀ (a)(değil) + μεθὐω / methýô, (methus) « sarhoş etmek »), SiO2, mor renkli bir kuvars türü. Genellikle mücevher olarak kullanılır. Renksiz, şeffaf kayaç kristali, kuvarsın en saf halidir.

Ametistin adını Yunanca'da, "değil" (olumsuzluk eki) ve methuskein, "sarhoş etmek" kelimelerinden aldığı söylenir. Bunun nedeni eski zamanlarda yaygın olan taşın sahibini sarhoşluktan koruduğuna dair inançtır. Ametistten yapılmış bir kase veya kupadan şarap içmenin kişiyi sarhoş etmeyeceğine inanılıyordu. Yine de taşın isminin , taş için Doğu'da kullanılan bir ismin dejenere olmasından türemiş olabileceği de düşünülmektedir.

20. yüzyılda ametistin rengini sahip olduğu manganezden aldığı düşünülmüştür. Fakat, bazı otoriteler rengin organik bir kaynağı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ferrik tiyosiyanat önerilmiş ve mineralde kükürtün saptandığı belirtilmiştir. 2005 yılından itibaren, ametistin renginden yabancı (katışkı) atomların sorumlu olduğu düşünülmektedir.

Isıya maruz kaldığında, ametistin rengi sarıya döner. Genel olarak sarı kuvars cevherlerinin (sitrin, dumanlı kuvars ve diğerleri) genel olarak yanmış ametist olduğu söylenmektedir. Kayacın yeryüzüne çıkmış uzantılarında, ametist damarlarının renklerini kaybetmeleri muhtemeldir. Ametistin sertliği 7'dir.

Popüler bir değerli taş olan ametistin çeşitli renklerine farklı tanımlar verilmiştir. Örneğin, "Rose de France" genellikle açık pembemsi lavanta veya leylak gölgeye sahiptir. En değerli rengi ise kırmızı partıltılara sahip koyu menekşe rengi olanıdır; bu renkteki ametist "Sibiryalı" olarak adlandırılır. İsminden de anlaşılacağı gibi bu renkteki ametist genellikle Sibirya'dan çıkarılsa da, Sibirya dışında Uruguay ve Zambiya başta olmak üzere başka bölgelerden de çıkarılmaktadır.
Jeodun içinde ametist kristalleri, resimde jeodun dışı ve içi görülebiliyor.

Ametist ABD'de birçok yerde bulunsa da bunlar mücevherlerde kullanabilecek kadar güzel ve değerli değildir. Ametist Brezilya, Uruguay, Bolivya, Arjantin, Zambiya, Namibya ve diğer Afrika ülkelerinde çıkarılır. "En kaliteli kristalli ametistler genellikle Hindistan, Brezilya ve Uruguay'daki volkanik kayaçların içindeki gaz boşluklarında (jeodlarda) oluşur."1

Ayrıca Türkiye'de Balıkesir - Dursunbey ilçesinde, Erzincan ve Ordu'da da ametist yatakları olduğu bilinmektedir.

Ametist taşı birçok farklı kültür ve bölgede kraliyet aileleri tarfından sevilmiştir. Mısır kraliyet hanedanları tarafından sevilen ametist, Mısır'da genel olarak oymalarda kullanılırdı.

Leonardo Da Vinci ametistin şeytani, günahkar düşünceleri dağıttığı ve zekayı canlandırdığını yazmıştır. Bu büyük ihtimalle o zamanlarda var olan yaygın bir kanıydı.

Ayrıca, eski zamanlarda ametist dindarlığın ve bekaretin sembolü olarak görülürdü. Bu nedenle Orta Çağ boyunca Katolik Kilisesi ve diğer dini grup ve kiliselerde, özellikle oymalarda fazlasıyla kullanılmış ve değer verilmiştir. Yine aynı nedenlerle taş piskoposlar için özel bir önem arz etmiştir. Bugün hâlâ birçok piskopos ve diğer bazı din görevlileri ametist taşlı yüzükler takar.

Ametist Şubat ayının doğum taşıdır. Ayrıca Balık, Koç, Kova ve Yay takımyıldızlarıyla bağdaştırılmıştır.

Ayrıca, Tibette ametist taşı kutsal sayılır.

Eski zamanlarda en değerli taşlardan (elmas, safir, yakut ve zümrüt) sayılan ametist daha sonraları bu değerini ve önemini yitirmiştir. Bunun en büyük nedeni, Brezilya gibi, bazı bölgelerde büyük yatakların keşfedilmesidir.

Battani (858-929)

Devrinin en önemli astronomlarından ve matematikçilerinden olan Battâni (858-929), Sâbit ibn Kurrâ gibi, Urfa'nın Harran Bölgesi'ndendir ve yıldızlara tapan Sabii Dini'ne mensuptur.

Rakka'da özel bir gözlemevi kurmuş ve burada 887-918 tarihleri arasında son derece önemli gözlemler yapmıştır. Güneş, Ay ve gezegenlerin hareketlerini gözlemlemiş, yörüngelerini doğru bir biçimde belirlemeye çalışmıştır. Güneş ve Ay tutulmaları ile ilgilenmiş, mevsimlerin süresini büyük bir doğrulukla hesaplamıştır. Ayrıca, ekliptiğin eğimini de dakik olarak belirlemeyi başarmıştır.

Aynı zamanda matematikçi de olan Battâni, bu alanda da son derece önemli çalışmalar yapmıştır. Sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant, sekant ve kosekantı gerçek anlamda ilk defa kullanan bilim adamının Battâni olduğu söylenmektedir. Battâni, çalışmaları sırasında bazı temel trigonometrik bağıntılara ulaşmış ve bunları astronomik hesaplamalarda kullanmıştır.

Amadeo Avogadro


Amadeo Avogadro
Lise yıllarında fizik ve kimya okumuş olan herkes Amedeo Avogadro’nun adını bilir. Zira o, "aynı basınç ve sıcaklıkta, eşit hacimdeki gazlar eşit sayıda molekül içerir" şeklinde özetlenebilecek olan "Avogadro Yasası"nı keşfeden ve bir gramda bulunan molekül sayısını ifade eden 6.0248 X10^23 rakamını yani "Avogadro Sayısı"nı bulan kişidir.

1776 yılında, İtalya’nın Torino Kenti'nde doğan ünlü fizik ve kimya bilim adamı Amedeo Avogadro, aile geleneğini sürdürerek önce hukuk ve felsefe öğrenimi yaptı; 1789’da felsefe, 1792’de hukuk felsefesi diplomasını, birkaç yıl sonra da din hukukundan doktarasını aldı. Fakat çok geçmeden doğa bilimlerine ve fen bilimlerine duyduğu ilgi onu yoğun bir kendi kendine eğitim faaliyeti yapmaya yöneltti.

1800-1805 yılları arasında matematik ve fizik okudu. Bu sayede 1809’da Vercelli Kraliyet Koleji’nde matematik ve fizik eğitmenliği yapan Amedeo Avogadro, 1821’de Torino Üniversitesi’nde yüksek fizik profesörü oldu. Donna Felicita Mezzi ile evliliğinden altı çocuğu oldu.

Amedeo Avogadro, kendinden iki yıl önce gazların bileşimi hakkında bazı önemli kanunları bulan Gay Lussac’ın çalışmalarından yararlandı ve Lussac Kanunları’nı molekül teorisine uyguladı. Atom ile molekül arasındaki ayrımı da ilk kez farkeden ve buna işaret eden Avogadro, 1856’da öldüğünde fizik ve kimya bilimlerine ve özellikle de Molekül Teorisi'ne yaşamsal önemde katkılarda bulunmuştu.

Ünlü İtalyan bilim adamı Avogadro, 80 yaşında dünyaya gözlerini yumduğunda bilim dünyası, onun bilimsel katkılarının büyük öneminin farkına henüz varmamıştı. Onun bilimsel katkılarının büyüklüğünü ortaya çıkarmak bir başka İtalyan kimyacısı olan Cannizzaro’ya düştü.

1860 yılında yapılan bir bilimsel toplantının ardından, Avogadro’nun kimya alanında oynadığı büyük rol, tüm bilim dünyası tarafından kabul edildi. Avogadro’nun kendi adıyla anılan yasa ve sayı olmasaydı, kimya ve fiziğin bugünkü gelişkinlik düzeyine ulaşması düşünelemezdi. En önemli yapıtı; "Cisimlerin Temel Moleküllerinin Bağıl Kütlelerini ve Bileşimlere Katılma Oranlarını Belirleme Yöntemi Üzerine Bir Deneme"dir.

Blaise Pascal

Blaise Pascal
Fransız matematikçisi, fizikçisi, filozofu ve yazarı (1623-1662).

Clermont-Ferrand'da, kültürlü bir yüksek kentsoylu ailede doğan Pas­cal çok küçük yaşta bilime merak sardı. 16 yaşındayken önemli geometri ve fizik kitapları yazdı, sonra da bir hesap makinesi icat etti.

İşte bu dönemde Janseniusçuluğu (kadere dayanan din öğretisi) keşfet­ti: bu öğretiye göre Tanrı, daha do­ğar doğmaz bazı yaratıklara inayetini bağışlıyor ve böylece, bu kişiler «kurtulacaklarından» emin olabiliyorlardı.

1647'de Paris'e yerleşen Pascal, çok hasta olmasına rağmen, hem bilimsel incelemelerini (boşluk üzerine denemeler), hem de toplum yaşantısını vargücüyle sürdürüyordu. Ama çok geçmeden, kızkardeşi Jacqueline'in etkisiyle, Port-Royal des Champs Manastırı'na çekilip orada bir yalnızlık hayatı sürmeğe başladı.

Janseniusçu dostlarını, Cizvitlere karşı sürdürdükleri kavgada savun­mak üzere, yazdığı Taşra Mektupları, papa tarafından yasaklanmıştı. 39 yaşında, en önemli eseri olan Hıristiyan Dininin Savunması'nı tamamlayamadan öldü. Hayatını ve eserini etkileyen dinî inanca sonuna kadar sadık kalmıştı.

BAZI ESERLERİ

Bilimsel incelemeler: Koniler Üzerine Deneme, Boşluğun İncelemesi, Çevrime İlişkin Değirmi Mektup.

Dinsel ve felsefî eserler: Aşkın ihtirasları Üzerine Konuşma, Anılar, Tanrı İnayeti Üzerine Yazılar, Hıristiyan Dininin Savunması (ölümünden sonra "Düşünceler" adıyla yayımlandı).

Louis Pasteur

Louis Pasteur (1822 -1895) Bilim tarihinde pek az bilim adamı Louis Pasteur ölçüsünde insan yaşamım doğrudan etkileyen buluşlar ortaya koymuştur. Günlük dilimize bile geçen "pastörizasyon" terimi onun buluşlarından yalnızca birini dile getirmektedir.

Kristaller üzerindeki kuramsal çalışmalarının yanı sıra kimi hastalıklara bağışıklık sağlama yolundaki çalışmaları, bu arada özellikle "şarbon" (ya da antraks) denilen koyun ve sığırlarda görülen bulaşıcı hastalıkla kuduza karşı geliştirdiği aşı yöntemi ona dünya çapında ün kazandırmıştır. Bugün Fransa'da pek çok bulvar ve alan onun adını taşımaktadır. Kendi kurduğu "Pasteur Enstitüsü" dünyanın önde gelen araştırma merkezlerinden biridir. Fransızların gözünde Pasteur ulusal bir kahramansa, bunun nedeni onun yalnızca büyük bir bilim adamı olması değil, aynı zamanda, yaşamı boyunca ortaya koyduğu özveri ve insanlığa hizmet tutkusuydu.

Louis, Fransız Devrimiyle özgürlüğüne kavuşan bir kölenin torunuydu. Babası, Napolyon ordusunda üstün atılım gücüyle "Legion de Honour" alan bir ast-subâydı. Baba Pasteur'ün, Napolyon'un düşmesiyle ordudan ayrılmasına karşın İmparator'un anısına beslediği derin bağlılık duygusu, ilerde oğlu Louis'in olağan üstü direnç ve yeteneklerim de yönlendiren katıksız yurtseverliğe dönüşmüştü.

Geçimini dericilikle sağlayan Pasteur ailesi yoksuldu, ama çocuklarının eğitimi için her türlü sıkıntıyı göze almıştı. Louis daha küçük yaşlarında güçlükleri göğüslemede sergilediği direnç ve istenç gücüyle dikkatleri çekiyor, coşkuyla başladığı okul öğreniminde kendisiyle birlikte kardeşlerinin de başarılı olması için uğraş veriyordu.

Gerçi okulda pek parlak bir öğrenci değildi; dahası, ilk gençlik yıllarında ilerde büyük bilim adamı olacağını gösteren bir belirti de yoktu ortada. Tam tersine, Louis'in belirgin merakı portre çizmekti. Üstün bir yeteneği yansıtan tabloları, bugün de, Pasteur Enstitüsünde asılı durmaktadır.

Louis 19 yaşma geldiğinde sanatı bırakır, bilime yönelir. Başlangıçta öğretmenlerinin yönlendirmesiyle öğretmen olmaya karar verir, ünlü eğitim enstitüsü Ecole Normale Superieure'e başvurur. Giriş sınavını kazanmasına karşın, matematik, fizik ve kimyada derslere daha hazırlıklı başlamak için öğrenimine bir yıl sonra başlar.

Amacı iyi bir öğretmen olarak yetişmekti. Ne var ki, öğrenimini tamamladığında tüm ilgi ve coşkusunun bilimsel araştırmaya yönelik olduğunu fark eder. Kristaller üzerindeki ilk çalışmaları onu bir tür büyülemişti. Öğrencisinin özgün düşünme ve kavrayış gücünü sezen kimya profesörü onu, basit araçlarla yeni kurduğu laboratuvarına araştırma asistanı olarak alır. Bu genç bilim adamının hayal bile edemediği bir fırsattı.

Pasteur hemen çalışmaya koyulur, ilk aşamada tartarik asit kristalleri üzerindeki optik deneylerini yoğunlaştırır. Çok geçmeden bilim çevrelerinin dikkatim çeken buluşları, kimi tanınmış bilim adamlarının teşvikiyle Fransız Bilimler Akademisine sunulur.

Pasteur bilim dünyasınca tanınma yolundadır, ama Eğitim Bakanlığı onu bir ortaokula öğretmen olarak atamakta ısrarlıdır. Akademinin ve kimi bilim adamlarının giderek artan baskısına daha fazla karşı koyamayan Bakanlık bir yıl sonra Pasteur'ün Strasburg Üniversitesi'ne yardımcı profesör olarak dönmesine izin verir.

Pasteur'ün bir özelliği de kararlı olması, duraksamalarla vakit öldürmemesiydi. Üniversiteye gelişinin daha ilk haftasında Rektöre kızıyla evlenmek istediğini bildirir. Başvuru mektubu ilginçtir:

Saklamama gerek yok, tümüyle yoksul bir kimseyim. Tek varlığım sağlığım, yürekliliğim ve üniversitedeki isimdir. ... Geleceğim, şimdiki eğilimim değişmezse, kimyasal araştırmalara adanmış olacaktır. Çalışmalarımdan beklediğim sonucu alırsam, ilerde Paris'e yerleşmeyi düşünüyorum.

İsteğimi olumlu bulursanız, resmi evlenme önerisi için babam hemen Strasburg'a gelecektir. İstek olumlu karşılandı. Pasteur yaşamı boyunca tüm bilimsel çalışmalarında kendisine destek veren, tutku ve sorunlarını paylaşan Marie Laurent'le 1849'da yaşamını birleştirir.

Bayan Pasteur gerçekten özveri ve sevgi bağlılığıyla olağan üstü bir eşti. Mutlu evlilik ne yazık ki, yıllar sonra trajik bir dönemden geçer: Pasteurler dört çocuklarından üçünü küçük yaşlarında tifo ve benzer hastalıklar nedeniyle yitirirler. Geriye kalan oğulları yirmi yaşında iken 1871 savaşında Almanlara esir düşer.

Pasteur bilimsel çalışmalarını bir yana iterek eşiyle birlikte oğlunun dönüşünü bekler; Fransa'nın yenilgisiyle birlikte cepheden kaçan binlerce genç arasında oğlunu aramaya koyulur. Sonunda bulunduğunda oğlan bitkin ve ağır yaralıydı. Pasteur Almanları hiç bir zaman bağışlamadı; öyle ki, yıllar sonra bilimsel başarıları için Alman hükümetinin önerdiği madalyayı kabul etmedi.

Şimdi Paseur'ü bilimin öncüleri arasına yükselten bilimsel çalışmalarına değinelim.

Pasteur'ün yaşamımızı bugün de etkileyen buluşlarından biri fermentasyon (mayalanma) olgusuna ilişkindir. "Fermentasyon" terimi bilindiği gibi kimi maddelerde oluşan bir değişiklik sürecini dile getirmektedir. Örneğin şarap üzümden bu işlemle elde edilir; istenirse gene bu işlemle sirkeye dönüştürülebilir. Aynı şekilde, sütün şekeri laktik aside dönüştüğünde süt ekşir. Yumurta ve et türünden maddeler de fermentasyonla bozularak yenmez hale gelebilir.

Üretimi fermentasyona dayanan şarap Fransa'da çok önemli bir konuydu. Ne var ki, bu işlemin güvenilir teknolojisi henüz yeterince bilinmiyordu. Göreneklere bağlı yöntemler her zaman istenen sonucu vermiyor, kimi zaman şarap yerine sirke ya da kullanıma elvermeyen bozuk bir sıvı elde ediliyordu.

Sorunu ilk kez Pasteur bilimsel olarak incelemeye koyulur: sonunda ulaştığı açıklama (fermentasyonun mikrop teorisi) geçerliğini bugün de korumaktadır. Buna göre, doğada organik maddelerdeki hemen tüm değişiklikler gözle görülemeyen birtakım küçük canlılar tarafından oluşturulmaktadır.

Pasteur bu mikroorganizmaların ısıyla kontrol altına alınabileceğini göstererek şarap üretimim sağlam bir yöntemle güvenilir kılmakla kalmaz, "pastörizasyon" dediğimiz işlemle modern süt endüstrisine de yol açar.

Pasteur'ün önemli bir başka çalışması da ipekçiliği büyük bir sıkıntıdan kurtarmasıdır. Hastalıklı ipek böcekleri, üreticileri sık sık büyük kayıplara uğratıyordu. Soruna çözüm bulması mikrop teorisiyle ünlenen Pasteur'den istenir. Bilim adamı her zamanki yoğun ve dikkatli yaklaşımıyla sorunu değişik boyutlarıyla inceler; sağlıklı ipek böceği yumurtalarını seçmede "pratik" diyebileceğimiz bir yöntem oluşturarak ipekçiliği güvenilir bir üretim teknolojisine kavuşturur.

Pasteur'ün başarıları bir tür zincirleme tepki içinde biribirine yol açmaktaydı. Kristaller üzerindeki çalışmaları onu canlı yaşamın gizemi sorununa götürmüştü. Canlılar üzerindeki incelemeleri ise onu fermentasyonu açıklayan mikrop teorisine ulaştırmıştı. Doğruluğundan artık kimsenin kuşku duymadığı bu teori başlangıçta tepkiyle karşılanmıştı: pek çok kimse için öyle bir düşünce uydurma bir açıklama olmaktan ileri geçemezdi.

"Spontane üreme" diye bilinen yerleşik görüşe göre kurtçuk, tırtıl, tenya, sinek, fare vb. yaratıklar elverişli koşullarda kendiliğinden oluşmaktaydı. Oysa Pasteur "kendiliğinden oluşumu" mikroskopik organizmalar için bile olanaksız görüyordu.

Mikrop teorisinin özellikle bulaşıcı hastalıkların denetim altına alınması yolunda yeni araştırmalara yol açması kaçınılmazdı. Pasteur çok geçmeden şarbonun yanı sıra kangren, kan zehirlemesi, loğusa humması vb. hastalıklar üzerinde de araştırmaların yoğunlaştırır. Onun çarpıcı bir başarısı da kuduza karşı oluşturduğu aşıdır. Kuduz özellikle köpeklerin taşıdığı ölümcül bir hastalıktır.

Pasteur'e gelinceye dek kuduza karşı bilinen tek çare ışınları yerin kızgın bir demirle derinlemesine dağlanmasıydı. Kaldı ki, gecikme halinde bu yöntemin, hastanın canını yakma dışında bir etkisi olmadığı da biliniyordu.

Pasteur hayvanlar üzerinde denediği ama insanlara henüz uygulamadığı aşısıyla dokuz yaşındaki bir çocuğun yaşamım kurtarır. Azgın bir köpeğin ondört yerinden ısırdığı çocuğa kızgın demir uygulaması yapılamazdı. Umutsuz annenin çırpınışına dayanamayan Pasteur aşısını ilk kez bu çocukta denemekten kendini alamaz. Sonuç çocuk için kurtuluş, gelecek kuşaklar için bir müjde olur. Büyük bilim adamı ölümünden önce yaşam felsefesini şöyle özetlemişti:

Hiç kuşkum yok ki, Bilim ve Barış cehalet ve savaşı yok edecektir. Ulusların yıkmak, yok etmek için değil, yaşamı yüceltmek için birleşeceğine, geleceğimizi bu yolda, uğraş verenlere borçlu olacağımıza inanıyorum.

Pasteur'ün öyküsünde, anlamlı bir yaşam arayışındaki her genç için, çarpıcı ve güzel bir örnek vardır.

Nicolas Kopernik

Nicolas COPERNICUS(1473 - 1543)

Nicolaus Copernicus 1473 yılında Torun'da doğmuştur. Cracow, Bologna, Padua ve Ferrara üniversitelerinde teoloji, hukuk ve tıp öğrenimi görmüş, eğitimini tamamladıktan sonra Frauenburg Katedrali'ne papaz olarak atanmıştır. Ancak Copernicus öncelikle astronomiye ilgi duymuştur; üniversite yıllarında İtalya'nın ünlü astronomlarıyla tanışmış ve onlardan almış olduğu derslerle bu alandaki bilgisini geliştirme olanağı bulmuştur.

Copernicus, Güneş merkezli gök sisteminin kurucusudur; Güneş'in evrenin merkezinde bulunduğunu ve Yer'in bir gezegen gibi, Güneş'in çevresinde dolandığını savunan bu sistemi, 1543 yılında basılan, Gök Kürelerinin Hareketi adlı ünlü kitabında bütün yönleriyle açıklamıştır. Bu yapıt iki ana bölümden oluşur. Birinci bölümde sistemin ana hatları tanıtılmış ve ikinci bölümde ise ayrıntılara inilmiştir.

Copernicus sisteminde, merkezde Güneş bulunur ve sırasıyla Merkür, Venüs, Yer, Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenleri, Güneş'in çevresinde dairesel yörüngeler üzerinde sabit hızlarla dolanırlar; Ay, bir gezegen değil, Yer'in çevresinde devinen bir uydudur. Satürn gezegeninden sonra, bütün gezegenleri kuşatan ve hareketsiz olan sabit yıldızlar küresi gelir. Gece ve gündüzler, Yer'in ekseni etrafındaki dönüşlerinden, mevsimler ise Yer'in Güneş çevresindeki dolanımlarından meydana gelir.

Gök Kürelerinin Hareketi'nin yayınlanması Avrupa'da büyük bir heyecan yaratmamış, astronomlar da dahil olmak üzere pek az kişi bu yapıtın değerini kavramıştır. Genellikle kitapta tasvir edilen sistem, gezegen kataloglarının hazırlanmasına yardımcı olacak yeni bir yöntem olarak benimsenmiştir.

Erasmus Reinhold (1511-1553) 1524'de, yani daha Copernicus'un yapıtı basılmadan önce, Güneş merkezli sistemi yeni bir çağın başlangıcı olarak karşılamış ve hemen bu sistemi temele alan ve Tabulae Prutenica olarak tanınan bir gezegen katalogu hazırlamıştı. Bu katalog, o dönemde kullanılmakta olan Alfons kataloglarına göre daha başarılı sayılsa da, umulanı verememişti.

Bazı astronomlar ise Copernicus'tan çok daha ileri gitmişlerdi. Battista Benedetti (1530-1590) gezegenlerin meskun olabileceğini söylüyordu. Giordano Bruno (1548-1600) ise, Güneş'in rotasyon hareketi yaptığını, kutuplarda basık olduğunu, sabit yıldızların birer Güneş olabileceğini, evrenin sonsuz olduğunu ileri sürmüştü; bilindiği gibi, sonradan bu görüşlerin çoğu doğrulanacaktı. Ancak Bruno, Aristoteles ve Batlamyus kozmolojisine dayanan kilise öğretisine karşı geldiği için dinsizlikle suçlandı ve 1600 yılında bu görüşlerinden ötürü yakıldı. Dini çevreler Copernicus'u hoşgörü ile karşılamıyorlardı. En sert tepkiler Protestanlardan gelmişti; Papa'yı İncil'e sadakat göstermemekle suçluyorlardı. Bunların başında Luther ve Melanchton geliyordu. Böyle bir ortam Copernicus ile İncil'i uzlaştırma çabalarına yol açtı. Bir İspanyol İncil'deki şu cümleye dayanarak Yer'in hareketini kabul etmişti: "Kim Yer'i yerinden oynattı ve bunun etkisiyle sütunlar sarsıldı."

Bruno'nun yakılmış ve Galilei'nin engizisyon tarafından cezalandırılmış olmasının etkisi çok büyük olmuştu. Nitekim Pierre Gassendi kutsal kitapla uyuşmuş olsaydı, Copernicus sistemini tercih edebileceğini söylüyordu.

Copernicus'un yapıtı ve Copernicus sistemini konu alan kitaplar, 1882 yılına kadar kilisenin yasakladığı kitaplar listesinde yer aldı ve bu tarihte Kardinaller Meclisi, Katolik çevrelerinde Copernicus'un okutulabileceğini ilan etti.

Yeni sistemin bazı soruların yanıtını verememesi, yayılmasını ve gelişmesini engelleyen en önemli etkenlerden biriydi. Bu konudaki tartışmalar, Galilei'nin modern fiziğin temellerini atmasıyla son buldu. Böylece düşünce tarihinde, yeni atılımlara sahne olacak, yepyeni bir ufuk açılmış oldu.


Gök Kürelerinin Hareketi'nin 1543 yılında yayımlanması Rönesans'ın en önemli olaylarından biridir. Bunun özellikle astronomideki ve genellikle doğa bilimlerindeki ve tüm insan düşüncesindeki etkileri çok derindir. Her ne kadar bazı noktalarda eskiye bağlı kalmışsa da Kant'ın (1724-1804) belirttiği gibi, getirmiş olduğu görüş kökten bir değişikliğin sembolüdür. Bu yüzden bilim tarihi açısından bu yapıt Ortaçağ ile Yeniçağ'ı birbirinden ayıran gerçek bir hudut taşı olarak kabul edilir.

Copernicus'ten önce de Güneş merkezli sistemi ortaya koyanlar olmuştu, ama bunların hiç birisi Copernicus gibi etkili olamamıştır. Copernicus temel prensiplerini ortaya koyduktan sonra yaşamının hemen hemen otuz yılını bunu bir hesaplama sistemi haline getirme çabasıyla geçirmiştir. Sonunda çok eleştirildiği gibi karmaşık da olsa, hatta Batlamyus'tan daha başarılı olmasa da, Yer merkezli sistemin karşısına, aynı ayrıntılı hesaplama olanağına sahip bir ikinci sistemi koyabilmiştir. Almagest'ten hesaplama tekniğini, gözlem sonuçlarını almasına rağmen, Ortaçağ bilimine en büyük darbeyi indirmiş, modern astronomiye, modern fiziğe giden yolu açmış, kuşkusuz Yeniçağ'ın öncüsü adını almaya hak kazanmıştır.

Onun astronomiye zaten var olan merakı giderek bir numaralı ilgi alanı oldu. O araştırmalarını kendi başına ve yardım almadan yaptı. Gökyüzünü kathedralin duvarları içindeki bir kuleden gözlemledi ve bu gözlemleri teleskop’un icadına yüzlerce yıl kala çıplak gözle gerçekleştirdi. 1530’da dünyanın kendi ekseni etrafında günde bir kere, güneşin etrafında yılda bir kere döndüğünü iddia ettiği büyük çalışması De Revolutionibus’u bitirdi. Bu o zamanlar inanılmaz birşeydi. Copernik’e kadar, batı dünyası evrenin gerisinde hiçbirşey olmayan kapalı ve küresel bir yapıda olduğunu iddia ettiği Ptolemiac teorisine inanıyordu.

O zamana kadar düşünürlerin hemfikir olduğu Claudius Ptolemy Alexandra’da yaşayan bir Mısırlı’ydı. Potelmy’e göre dünya; sabit, hareketsiz ve evrenin merkezine konumlandırılmış güneş dahil herşey onun etrafında dönmekte idi. Bu insan doğasına çekici gelen bir teoriydi. İnsanın günlük gözlemlerine ve egosuna uygun düşen birşeydi. Copernik teorisini yayımlamakta acele etmedi. Teorinin birkaç astronom arasında incelenerek, kendisine fikir verebileceğini düşündü. Copernik’in çalışmaları, eğer genç bir adam bu çalışmaları 1939’da incelememiş olsaydı hiçbir zaman basılacak duruma gelemeyebilirdi. 66 yaşındaki bir rahibin yazısını okuyup ilgilenen 25 yaşındaki Alman Profesör George Rheticus ‘du. Copernik’in çalışmalarıyle birkaç hafta ilgilenmeyi tasarladı ama,iki yıl boyunca teori üzerine çalıştı ve teoriden çok fazla etkilendi. O zamana kadar Copernik teoriyi yayımlamakta isteksizdi. Kilisenin teorisi hakkında ne söyleyeceği ile çok ilgilenmesede o herşeyin mükemmel olmasını isteyen ve 30 yıl teori hakkında çalışmasına rağmen hiçbir zaman tamamlanmadığını düşünen biriydi. Copernik için gözlemler sürekli tekrar edilmeliydi (İlginç olan dünyanın 300 yılının kaybına yolaçan elyazmaları 19. yüzyıl ortalarında Prag’da bulundu. Bu yazmalar gösterdi ki Copernik teorisini sürekli gözden geçiriyordu. Bu yazmaların hepsi o zamanlar için bilgili kişilerin kullandığı latince ile yazılmıştı.). Copernik 1543’de öldü ve hiçbir zaman çalışmalarının nasıl bir sansasyon yarattığını göremedi. Ortaçağdan kalma filozofik ve dinsel inanışlara karşı geldi. Copernik teorisi insanın, evrenin kendisi için yaratılmadığını, yalnızca onun bir parçası olduğunu düşünmeye zorladı. Onun çalışmalarının en önemli yanı insanın Cosmos’a bakışını değiştirmiş olmasıdır.Son dört yüz yılda tanık olduğumuz bilimsel gelişmelerin astronomideki bu devrimle başladığı söylenebilir. Güneş merkezi sistem yalnızca modern bilimin doğuşuna değil, insanın evren içindeki yerini saptamada yeni ve daha ölçülü bir görüşün ortaya çıkmasının başlangıcıdır aynı zamanda. Copernicus'la birlikte insan, kendini doğanın bir parçası saymaya başladı. Önceki süreçlerle ilgili olarak, Babillerin göksel nesnelerle ilgili gözlemleri, Yunanlıların kuramsal incelemeleri ve 17. yüzyıla gelinceye kadar egemenliğini sürdüren "Batlamyus sistemi"'nin yarattığı birikim, bu devrimi hazırladı denilebilir. Copernicus'un bu buluşunun Rönesans ve sonraki sürece tekabül etmesi bir şanstır aynı zamanda.Batlumyus'a göre gökyüzü, yıldızların çakılı olduğu dönen bir küre idi. Dünya bu kürenin merkezinde sabit bir yere sahipti. Çevresinde ay, güneş vd. gezegenlerden oluşan bir dizi küre mevcuttu. Tanrısal bir düzen olarak algılanan bu sistemle insanoğluna evrenin merkezinde olma onurunu(!) veriyor idi. - Ne var ki bu sistem, Copernicus açısından son derece karmaşık, tutarsız, parçaları ayrı yerlerde olan bir heykeli andırıyordu. Copernicus'un ilk çıkışı astronomiyi basitleştirmek ve tutarlı hale getirmek kaygısıyla olmuştur. Sisteme devrimci özelliğini veren şey ise yer merkezli sistem yerine güneş merkezli sistemi savunması ve Yer'in sıradan bir gezegen olduğunu belirtmesidir. (Evren'in sınırlılığı anlayışı terkedilmemiştir.) Copernicus'a göre Gezegenleri taşıyan göksel küreler, dünyanın değil, güneşin etrafında dönüyordu. Dünya merkezde değildir ve sabit de değildir. Yıllık ve günlük dönüşler sergiler.Copernicus'un Güneş'e karşı olan mistik hayranlığına Platon'un etkisi çerçevesinde bakılabilir. Katolik Kilisesi'nin önceleri belirgin bir tepkisi görülmez. İlk tepki Protestanlardan gelir:Bu konuda Luther "Bu budala astronomi bilimini alt üst etme sevdasındadır. Oysa Kutsal Kitap, Arzın değil, güneşin döndüğünü söyler. Bu yeni yetmeye halk kulak verecek. Olacak iş mi?" diyerek yersiz bir tepki ortaya koymaktadır. Katolik Kilisesi'ne karşı amansız bir kavga veren Luther, bunun yerine yine Hristiyanlık içersinde bir yapılanma koymaktadır. dogmaların içinde ancak bilim düşmanlığı yapabiliyor.

Bertuğ Cemil - Yağmur video klibi

Bertuğ Cemil - Yağmur

Ekrem Düzgünoğlu - Berduş video klibi

Ekrem Düzgünoğlu - Berduş

Ekrem Düzgünoğlu - Yoruldum Usta video klibi

Ekrem Düzgünoğlu - Yoruldum Usta

Grup Hepsi - Sen Bir Tanesin video klibi

Grup Hepsi - Sen Bir Tanesin

Eşref Sencer Kuşçubaşı

Eşref Sencer Kuşçubaşı (d. 1873, İstanbul - ö. 1964, İzmir) Kuşçubaşı Eşref adıyla da anılır. Kafkas kökenli Türk istihbaratçı, gerilla savaşçısıdır.

Sultan Abdüllaziz'in kuşçubaşısı Çerkes Mustafa Nuri Bey'in oğludur. Harb okulunun son sınıfında iken Jön Türkler'le ilişkisi yüzünden 2. Abdülhamit tarafından Hicaz'a sürgün gönderilmiştir. Sürgünde bulunduğu zindandan kaçıp, 2. Abdülhamit'in baş yaverinin oğlunu üç tabur korumanın arasından kaçırmayı başarmıştır. Arabistan'da 2. Abdülhamit'e karşı giriştiği isyan hareketi sırasında tüm Arabistan'ı dolaşmış, yerel şeyhlerle dostluk kurmuştur. Her an her yerde ortaya çıkabildiği için kendisine şeyh-it tuyyur -uçan şeyh- denilmiştir.

II. Abdülhamit meşrutiyeti ilan etmek zorunda bırakılıp, aralarında Kuşçubaşı'nın da bulunduğu pek çok kişiye af çıkarmasıyla birlikte isyanına son vermiştir. İsyan sırasında etrafına topladığı kendisine bağlı silah arkadaşlarıyla beraber, kurulan Teşkilat-ı Mahsusa adlı istihbarat örgütüne katılmışlardır.

1911 yılında Trablusgarb'ta Enver bey ile birlikte direniş hareketlerini örgütlemiş, 1912 yılında 2. Balkan Savaşı sırasında Enver Bey, kardeşi Sami Kuşçubaşı, Cihangiroğlu İbrahim ve Süleyman Askeri ile birlikte Çorlu, Tekirdağ, Malkara, Hayrabolu ve Edirne'nin kurtarılmasında yer almıştır. Aynı yıl Süleyman Askeri ve yörenin ileri gelenleri ile beraber Batı Trakya'da ilk Türk Cumhuriyeti'nin kurulmasına katkıda bulunmuştur.

1. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla birlikte 1914-1915 yılları arasında Teşkilat-ı Mahsusa'nın Arap Yarımadasından sorumlu başkanı olarak görev yapmış, Süleyman Askeri Bey'in ölümünü takiben Teşkilat-ı Mahsusa başkanı olmuştur (1915-1918).

1. Dünya Savaşı sırasında İngilizler'e karşı girişilen Süveyş Kanal Harekatı'nda (1916) öncü birliklere komutanlık etmiş, Hayber'de Faysal'ın (sonradan Irak Kralı olacaktır) 20 bin kişilik birliğine karşı 40 kişilik Teşkilat-ı Mahsusa birliği ile beş saatten fazla savaştıktan sonra yaralı olarak ele geçirilmiştir (1918).

Yakalandıktan sonra Lawrence'a şöyle dediği iddia edilmektedir:
- "Lawrence, kazandığını sanıyorsun. Fakat henüz hiçbir şey bitmedi. Hükümetinin başına öyle musibetler salacağım ki, 2 asır uğraşsanız bitiremeyeceksiniz."

Kuşçubaşı'nın bu sözünün arkasında Teşkilat-ı Mahsusa'nın IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) yapılanmasını örgütlemiş ve desteklemiş olmasına inanılmaktadır.

Bir savaş gemisi ve bir denizaltı eşliğinde Malta'ya sürgüne gönderilmiş, sürgünlüğü sırasında Arabistan'daki macerasını, yakalanışının ve sürgün hayatının ayrıntılarını anlatan bir eser yazmıştır.

İngilizler'le imzalanan esir değiş-tokuş anlaşması gereği serbest bırakılmış, deniz yoluyla Anadolu'ya dönmüştür. Malta dönüşü hemen milli mücadeleye katılmış, kendi yetiştirdiği Çerkes Ethem'in kuvvetlerinde yer almıştır (1920). Çerkes Ethem'in isyanı üzerine kendisi de, yunanlılara sığınmıştır.

İstiklal savaşının kazanılmasından sonra, Mustafa Kemal önderliğindeki "Anadolu bağımsızlığını"n yerine, "İngiliz ve Yunanlılar'ın kuklası bir yönetim" tercih etmiş, Şubat 1921'den sonra, Yunanlılar'la işbirliği içinde Milli Mücadele aleyhtarı olmuş, Demirci Akıncıları tarafından "müslüman gavur" diye adlandırılan "emperyalist işbirlikçilerin" saflarında yer almıştır.

Lozan görüşmeleri sırasında Midilli adasına gelerek, Yunanlılarca Midilli'de örgütlenen "Çerkezlerden" kurulu çetelerin başına geçmiştir. Bu çeteler, Yunan savaş gemileri yardımı ile Anadolu-Ege sahillerine gizlice (Ayvalık-Sarmısaklı plajı) çıkartılarak, bu yörelerde Ankara Hükümeti'ne karşı isyanlar organize etmiştir.

İngiliz Midilli Başkonsolosu tarafından 12 Nisan 1923 tarihinde İngiltere'ye gönderilen gizli raporda; "Kuşçubaşı Eşref'in bir ay önce Berlin'den Midilli'ye geldiği ve 1400 kişiden oluşan suikast birliğinin başına geçtiği" ve kendisinin işbirlikçileri, -ki arasında 50 kişilik çetesi ile Ermeni Tsakidji'de vardır- ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Kuşçubaşı Eşref, Anadolu Bağımsızlık hareketine karşı, Çerkez Ethem ile işbirliği içinde Yunan ve İngiliz yandaşıdır. Atatürk'e kesin olarak karşıdır. Lozan Antlaşması'nın Temmuz-1923'de imzalanması ile, Yunan ve İngiliz işbirlikçisi olmasından dolayı, Çerkez Ethem'le birlikte 150'likler listesinde yer almış ve vatana girişi 1936 yılına kadar yasaklanmıştır.

1955'te yurda dönene kadar birçok Arap ülkesinde ikamet etmiş olup bu zaman içerisinde herhangi bir istihbarat faaliyetine katılmamış olduğu tahmin edilmektedir. 1955-1964 yılları arasında Türkiye'de bulunmuş ve beraber savaştığı silah arkadaşlarının mezarlarını dolaşmıştır.


-Eserleri-

Hayber'de Türk Cengi
Teşkilat-ı Mahsusa Arabistan, Sina ve Kuzey Afrika Müdürü Eşref Bey'in Hayber Anıları
Eşref Kuşçubaşı
Arba Yayınları / Tarih-Anı Dizisi